Merhabalar öğretmenim. Öncelikle sizleri tanımak istiyoruz. Kimdir Belma Taner?
Merhabalar Erkan bey. Öncelikle benimle röportaj yapmayı teklif ettiğiniz için size çok teşekkür ederim. 1978 Aydın Söke doğumluyum. Annem İzmir Selçuk doğumlu bir ev hanımı, babam ise Girit göçmeni ve devlet memurudur. Mesleki eğitim almaya Ortaokul yıllarında başladım diyebilirim. Sırasıyla Söke Ticaret Ortaokulu, Söke Ticaret Meslek Lisesi ve nihayetinde Gazi Üniversitesi Ticaret ve Turizm Eğitim Fakültesi Ticaret ve Turizm Eğitim Fakültesi, İşletme, Muhasebe ve Ticaret Eğitimi Ana Bilim Dalı'nda Büro Yönetimi Öğretmenliği bölümünde Lisans eğitimi aldım. Öğretmenlik mesleğine 2000 yılında İzmir Ödemiş Ticaret Meslek Lisesi'nde başladım.
Öğretmenlik nasıl bir duygu? İlk öğretmenlik duygusunu tattığınızda neler hissettiniz?
Eğer bir daha dünyaya gelseydim yine aynı branşta, aynı yıllarda ve de aynı okullarda görev yapmak isterdim, bunu tüm samimiyetimle söylüyorum. Mesleki anlamda kendimi çok şanslı hissediyorum. İlk görev yaptığım okulumdan itibaren, hep çok iyi okullarda, gerçekten çok kaliteli duruş sergileyen, bilgi ve tecrübesini paylaşmaktan iç çekinmeyen saygıdeğer okul müdürleriyle çalıştım. Bu konu her açıldığında hepsini saygı ve hürmetle anarım. Ben de onlardan öğrendiğim gibi, işimi elimden geldiği kadar ilkeli, dürüst ve adil bir şekilde yapmaya çalışıyorum.
Öğretmenlik mesleği, bana göre maddi olarak insanlara kazandırdığı beceri, yetenek, hayat tecrübesi adına paha biçilemez bir meslek. Bir insanın hayatına dokunmak, geleceğini inşa ederken sizden edindiği bir bilgiyi, beceriyi kullanması ve de geliştirerek hayatını idame ettirebilmesini sağlamak, gurur verici bir duygu.
Ne maddi, ne de manevi olarak kurulan sevgi köprüsüne değer biçilmesi mümkün değil Erkan bey, o yüzden hayatımda "İyi ki" dediğim şeylerin başında Öğretmen olmak gelir..
Meşakkati bol olan bir meslek olan öğretmenliğin, size göre zor yanları var mı? Nelerdir?
Öğretmenlik mesleğinde mesai saati denen bir kavram yoktur. Başka mesleklerde gün sonunda işiniz biter ve evinize dönersiniz. Ancak öğretmenlik mesleğinde, gün içinde yaşanan herhangi bir olay, öğrencinizin bir bakışı, bir sözü olur, hafızanızda öyle bir yer eder ki, onu nereye giderseniz gidin götürürsünüz. Eğer üzücü bir olaysa çözüm bulmaya çalışırsınız. Hatta gecelerce, günlerce bulamadığınız o çözüm bile size yük olur. Vicdan işidir öğretmenlik mesleği, vicdan da o öğrencinin yüzü gülünceye kadar susmaz. Bazen birkaç saat sürer, bazense ömür boyu...
Bir öğretmen, iyi temelli olması açısından öğrenci ile nasıl bağ kurmalıdır?
Öncelikle öğretmenler de birer insandır ve mesleğinin dışında özel hayatları vardır. Bir anne, bir baba, bir eş veya bir evlat olarak sorumlulukları elbette ki öğretmenlerin de var. Ancak bizler tüm özel hayatımızı okul kapısından girerken dışarıda bırakırız. Çok enteresan bir şey bu evet, bazı meslektaşlarımız ev-iş arasında ayrımı yapmakta sorun yaşayabiliyorlar ama ben bu olaya çok profesyonel bakabiliyorum. Bu konuda da kendimi şanslı hissediyorum.
Bunun dışında öğrenciyle göz teması kurmak ve empati yapmak, iletişim kurabilmek çok önemli. Gözlerinin içine bakmadığım hiçbir öğrencim olmadı, olamaz da. Çünkü öğrencinin gözleri, çok şey söyler. Gerçekten o anda öğrenci derste mi, mutsuz mu, hasta mı, öfkeli mi, sizin anlattıklarınızla ilgileniyor mu, bunu gözlerine bakarak rahatlıkla anlayabilirsiniz. Empati yapmak yani kendimizi öğrencinin yerine koymak da çok önemli, ama bazen bunu öyle abartıyoruz ki, adeta birer empat oluveriyoruz. Duyduğumuz, gördüğümüz ne varsa yükleniyoruz o durumu. Bunu mesleğim adına bir handikap olarak görüyorum aslına bakarsanız. Ve de iletişim, ama gerçek anlamda. Sürekli öğretmen ders anlatıyorsa, bunun adı iletişim değildir. Bilgiyi iletmektir. Öğrencinin aktif olduğu, derse fikirleriyle katıldığı bir ortam oluşturmak başarıyı sağlamak için çok önemli.
İlk göreve başladığınız eğitim hayatınız ile şu andaki eğitim hayatınız arasında farklılıklar var mı?
İtiraf ediyorum, ilk göreve başladığım zaman çok idealist ve çok kuralcı bir öğretmendim. Her öğrencinin aktarılan her bilgiyi alacağından ve başarılı olacağından o kadar emindim ki. Ama zamanla, başarıyı etkileyen çok faktör olduğunu, bunun bazılarının okul ve öğretmene bağlı olduğunu, bazılarının ise sizin kesinlikle müdahale edemeyeceğiniz sosyoekonomik, kültürel, çevresel faktörler olduğunu anlıyorsunuz. Elinizin kolunuzun bağlı olduğu durumlarda, mesleki açıdan da olgunlaşma döneminiz başlıyor. Ve tabii öğrenciye özel çözümler bulmaya, sorunları aşmaya çalışıyorsunuz.
Öğrencilerin büyük bir kısmı adapte olma sorunu yaşıyor. Sizce bunu neye bağlamalıyız?
Derslerimde öğrencilerime aktarmaya özen gösterdiğim konulardan birisi Öğrenmek.. bir şeyi neden öğreniriz? Neden öğrenmeliyiz? Bu soruların cevabı konusunda öğrenci ikna olursa, Başarı sonrasında zaten geliyor. Öğrenmenin olabilmesi için, 2 temel faktör vardır. Biri Merak, diğeri de İhtiyaç.. Aslında bu kadar basit. Gerek matematikte bir konu olsun, gerekse kişisel yaşam becerileri olsun, bir şeyi öğrenmemiz için ya merak etmemiz ya da ihtiyaç duymamız gerekir. Bir yerden başka bir yere otobüsle gitmemiz gerekirse ama yolu bilmiyorsak merak eder ve sorar, öğreniriz değil mi? İşte öğrencinin hayata, edebiyata, matematiğe, sanata dair bu merak etme ve ihtiyaç duyma konusunda farkındalık kazandırmamız gerekiyor. Motivasyonda zaten peşi sıra geliyor.
Sınav stresi ile başa çıkamayan öğrenciler için tavsiyeleriniz nelerdir?
Bu konuda öğretmen ve velilere çok iş düşüyor. Sınav stresi yaşaması bir öğrencinin çok doğal bir şey. Ancak bunu kendisi için uygun ve avantaja dönüşen bir dozda yaşaması gerekiyor. Bir kere sınav sonucunun ölüm kalım meselesi yapılmaması, velinin de buna uygun davranışlar sergilemesi gerekiyor. Bizler çocuklarımızı motive edelim derken, öyle bir yük yüklüyoruz ki, çocuklarımız kendileri için değil velilerimiz, bazen onları sınava hazırlayan öğretmenlerimiz için sınava çalışıyorlar, hedeflerini onlar için belirliyorlar. Oysa ki, çocuğumuzun kapasitesi, becerisi neyse onu bilmeli ve altından kalkılamayacak yük yüklememeliyiz. "Senin için çok para harcadım, hakkını ver", "O kadar özel ders aldın, dershaneye gittin, hani ne oldu, hepsi boşa gitti" şeklindeki ifadeler bir yarar sağlamadığı gibi, çocuklarımızın iletişimi tamamen kesmelerine ve özgüvenlerini kaybetmelerine sebep olur.
Öğretmen, öğrenci ve velinin ortak hareketleri, öğrenciye nasıl yarar sağlar?
Öğrenci kendini güvende hisseder. Sevildiğini, değer gördüğünü düşünür ve ortak akla saygı duyar. Yoksa farklı düşünceler söz konusu olursa bölünmüşlük yaşar ki, bunun telafisi de çok zor olabilir.
Okulunuzun son sınıf öğrencilerine bir konuşma yapacak olsanız bu nasıl olurdu?
Sevgili öğrencilerim, hayatınızın en önemli dönemlerinden birinde birlikteyiz. Hayatınıza yön vermek değil, sizler yönünüzü bulmaya çalışırken ışık tutmaya, yolunuzda aşağınıza değecek taşları kaldırmaya çalıştık... Kendimizce... Bilgimiz yettiğince, dilimiz döndüğünce... Bundan sonra bulunduğunuz her yerde katma değer sağlayacağınıza, vatana, millete faydalı birer birey olacağınıza eminiz. Bizler, sizlerle gurur duyuyoruz ve duymaya devam edeceğiz. Yolunuz açık olsun.
Son olarak sevdiklerinize, öğrencilerinize ve siz gibi eğitimci arkadaşlarınıza söylemek istediğiniz şeyler var mı?
Çok zor belki, ama bir o kadar keyifli, manevi haz alınan başka bir meslek yok.. Geleceğin mimarlarına, yüreklere dokunan ve bir ömür boyu sevgi, saygı ve minnetle anılmayı hak eden tüm meslektaşlarıma sesleniyorum. Başta kendi öğretmenlerim olmak üzere, hepinizi ayakta alkışlıyorum.. İyi ki vardınız, iyi ki varsınız..


